10 Ocak 2013 Perşembe

Kalkınma ve Demokrasi Arasındaki İlliyet

Kalkınmanın temel şartları her ne kadar ekonomik gelişmişliğe endekslense de ve akıllardaki ilk intibanın "parasal" boyutu şeklinde yansıması gerçekleşse de, Kalkınma'da temel dinamizm; İnsan Kaynağı ve insana yapılan yatırımdan geçer. Ekonomistler mürekkep yaladığımız iktisat derslerinden hatırlayacaktır ki; Maslow'un gereksinimler hiyerarşisinde sırasıyla, Fizyolojik, Güvenlik, Sevme-Sevilme, Saygınlık ve Kendini Gerçekleştirme gereksinimleri insan ve de insanlardan müteşekkil topluluklarda kaçınılmaz beklentiler olarak karşımıza çıkar. Bunların sıralaması veya doğruluğu tartışılabilir. Ancak düşünüldüğünde ortalama seyirde Maslow'un haklılığı -halen müfredatlarda yer almasından olacak ki- gün gibi aşikardır. İnsan Kaynağına bireysel nüfuz edilemediği durumlarda, toplum ve toplumun beklentileri, hassasiyetleri iyi irdelenmeli, buna göre stratejiler üretilmelidir. Bu ülkesini ve milletini seven her iradenin borcudur aslında. Bu iradenin başında da Devlet, Siyaset ve bu iki kurumun destekleyicisi Bürokratik Erkler gelmektedir. Aslında sorulacak soru şu mu olmalıdır, Amaç üzüm mü yemek, bağcıyı mı dövmek?

Ülkemizde faal bir şekilde ilerlemeye devam eden Bölgesel Kalkınma Ajansları, Tarımsal Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu, KOSGEB ve birçok kurum, verdikleri veya vesile oldukları hibe programları ile ülkemizde üretim kaynaklarını dinamize etmeye başlamışlardır. Ancak bu insan kaynağı odaklı mı yoksa makina teçhizat odaklı mı diye eleştirel bir bakış açısına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Zirâ, yurtdışından getirilecek olan yatırımcı ve yatırımların hiper, süper, turbo marketlerle yansıması ve en küçük kriz ortamında -arkalarında hiçbirşey bırakmadan- tabir-i caiz ise ceketlerini alıp çıkmaları ne kadar yatırımdan uzak ise, Kalkınmayı sadece üretim araç-gereçleri ve de hibe programlarından müteşekkil görmek o kadar Kalkınma anlayışından uzaktır. Ve de bu uzun vadede tuzak hükmündedir. Üretici zihniyetler daima hür, özgür düşünebilen ve de düşündüğünü tereddüt etmeden paylaşabilen ve bu paylaşımın neticesinde yadırganmayan toplumlardan ortaya çıkar. Kısacası anlatmak istediğim, ülkesi ve milletine hizmet amaçlı düşünebilecek, kapasitesini ortaya koyarak, yaşamı boyunca üretime dönük performansını sergileyecek insanların yapılandırılması gerçeğidir. 

Bu yapılandırma da ne bir zümrenin ne de birkaç şahsiyetin altından kalkabileceği bir işlem değildir. O halde toplumlara yön verebilen bazı donelerin, insanlara kazanımları esas alınarak, değiştirilmeleri gerekliliği ortaya çıkacaktır. Bunların başında Demokratik Anayasa, statükoculuğun azaltılmasına yönelik çalışmalar gelecektir. Eğer üretken bir nesil ve de yaşam enerjisi ile dolu güvenli bir gelecek arzuluyorsak müspet değişimler kaçınılmazdır. Bu değişimler için ise zaman çok önemlidir. Türkiye'nin son 10 yılında elde ettiği kazanımların hem korunabilmesi hem de sürdürülebilirliği için değişimler elzemdir. Bir ülkenin kalkınmasında somut etmenler mi yoksa soyut etmenler mi egemen derseniz, şüphesiz dengeden bahsedilecektir. Ancak karamsar olmamakla birlikte somut adımların, insan kaynağına yönelik (yani soyut) adımların önünde durarak terazinin bir kefesini hafif aşağıya çektiğini gözlemliyorum. İnsan Kaynağına yatırım o kadar önemlidir ki, seçilmiş olan her Milletvekili bir Başbakan olabilir kıvamı yakalanana kadar önü açıktır.   

Anayasal değişikliğinin yanı sıra, yukarıda saydığımız güzide kurumların her biri, bulundukları yerlerde İnsan Kaynağını harekete geçirecek altyapı ve donanıma da sahiplerdir. Yeter ki, misyonları ve vizyonları gözden geçirilsin ve bu kurumların altyapılarının daha da güçlendirilmesine yönelik çalışmalara hız verilsin. Hani derler ya "gençlerin önünü kapamayın" işte bu varsayım ile hayallerimizi daha fazla ötelemeden gerçekleştirme adına atılacak her adımı ayakta alkışlayalım.           


  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder