17 Nisan 2013 Çarşamba

Oyunun Adı Çekilmek mi!..

BDP vekillerinden İdris Baluken'in, 'koruculuk sistemi lağvedilmeli' çıkışı aslında Koruculuk sisteminin ne kadar yerinde ve işler olduğunun da itirafı gibidir. Bunun gibi Eski İçişleri Bakanı'nın görevden alındığı zaman BDP'li vekil Pervin Buldan'ın 'İdris Naim Şahin bu ülkenin başına gelecek en kötü şeydir, şükrediyoruz ki kurtulduk' sözleri de aslında Sayın ŞAHİN'in bakanlığının hakkını verdiğinin göstergesi değil miydi? Ve şimdi yakalanan çözüm süreci baharında, alacele  böyle bir kanun teklifi veya temenni de bile bulunulması çok tehlikeli ve perde arkasında yapılan hesapların da belirtisidir. Zirâ koruculuk sisteminde yer alan birçok kişi, zamanında bölgede PKK tahakkümüne boyun eğmemiş ve dahası ülkeye vefa duygusu ile hizmet vermiş insanlardır. Diyeceksiniz ki, hizmet verdiler de paralarını da almadılar mı? Emin olun 800 TL'ye insan canını ve dahası ailesini tehlikeye atmaz. Bu insanlar demek ki yıllarca hain olmama adına korucu olmayı tercih etmişlerdir.
Ortada bir Çözüm süreci varsa, bu hükümetin takdiri ve anlayışı karşısında gerçekleşmiştir. Dolayısıyla kurallar da Hükümet tarafından konulmalıdır. İmralı, PKK, KCK, BDP gibi figüranlara ise sadece kendilerine biçilen rolü gerçekleştirmek düşer. Sizden istenilen, silahları bırakmanız, yıllardır yaptığınız manevralı sözlerle bizleri oyalamadan, şartsız koşulsuz silahları bırakmanızdır. Devlet size sorar ise, başka ne yapılabilir o zaman görüşlerinizi söylersiniz. Ancak ortada böyle bir durum yoktur. Bu paniklemenin arkasında ne olabilir? Bu kadar çözüm bekleyen önemli konular varken ve de PKK tam anlamıyla silah bırakmamışken, neden Devletin bir organının kolunu kanadını koparmak istiyorlar? Ya kandil ziyaretinde, yıllardır vampir gibi yaşayan asalaklara yem lazımdı onu vermeye çalışıyorlar ya da Kandil'de Apo'dan alınan örtülü talimatlar yerine getiriliyor ve toparlanmaları için gerekli olan en önemli etmenlerden 'koruculuğun kalkması' şartını öne sürüyorlar. Koruculuğun kalkması demek, evvela korucuların ailesi ile oraları mecburen terk etmesi demektir. Bu da köylüyü daha rahat susturarak organize olmak ve yeniden toparlanmak için fırsattır. Bu tuzağa düşülmez düşülmesine. Ancak buradan niyetlerinin çok ta çözüm olmadığını görmemek basiretsizlik olur. Şükürler olsun ki Başbakanımız, tereddütleri giderecek şekilde tedbirli adımlarla ilerliyor. İlerliyor ama sadece Başbakanımızın değil, tüm kabinenin hatta Devletin tüm organlarının aynı hassassiyette olması ve buna göre strateji izlemesi gerekiyor. Aksi halde vebal altında kalınabilir.
Daha önceki yazımda da belirttiğim üzere, çözüm sürecinde çok dikkatli olunmalı. Provakatif her türlü adımdan kaçınmalı ve iyi niyete karşılık gelebilecek tüm terimler tanımlanarak hatlar belirginleştirilmelidir. Yoksa bu kadar emek, çaba boşa gider. Ayrıca Sayın Başbakanımızın halk ve kitleler tarafından anlaşılması da güçleşebilir. Hatta bir ara, acaba siyonist güçler, Başbakanımızı oyuna getirerek, itibarsızlaştırmaya mı çalışıyor diye düşünmedim değil. Hiçbir düşüncem paranoya veya komplo teorisi gibi görünmesin. İsrail'in barış çubuğunu uzatması, üstelik Akdeniz Doğalgazını da 'hadi el ele tutuşup paylaşalım' demesi tesadüf değil ancak tevafuktur. Yıllardır vadedilen topraklar uğruna bölgeye kan kusturan ancak en büyük düşmanlığı Sünni Müslümanlık olan İsrail'in kapalı kapılar ardında en tabii düşmanı da -Sünniliğin en iyi temsil edildiği- ülkemiz olacaktır. Ancak sıcak savaş dönemi kapanmış olduğundan hiç kimse niyetini açıktan belli etmez, edemez de. Bir defa olsun İsrail PKK'yı kınamadığı gibi bir defa olsun Siyonizm'in emrinden PKK çıkmamıştır. 
Çözümün adresi ve hatları bellidir. İmralıya 5. 6. 7. heyetlerin de aslında hiçbir anlamı yoktur. Açıklamalara bakarsanız bunu da sezinleyebilirsiniz. Sadece görüşmelerle, Doğu ve Güneydoğu halkını ve BDP yandaşlarını dinamik yapıda tutma gayesi vardır. Böylece, 'süreç bizim kontrolümüzde ve onları dize getirdik' mesajını seçime yaklaşırken kullanacaklardır. BDP'li vekil Emine Ayna'nın son zaman söylemleri de bunu doğrulamaktadır. Her siyasi partinin oy kaygısı güdeceği önümüzdeki seçimlerde kilit bölge, aman dikkat yasak bölge olmasın. Çözüm isteyenler samimi davranarak adresi hükümetin elinde bulsun ve asla yok efendim koruculuk kalksın, şu vali gitsin bu asker çekilsin triplerine de girilmesin. Bu ülkenin devleti her yerine hakim olma adına istediği birimlerini istediği gibi yerinde tutar ve korur.        

15 Nisan 2013 Pazartesi

Öcalan ve Havarileri!..

Ülkemizin uzun zamandır muhtaç olduğu ve hasretle beklediği çözüm süreci nihayet ana hatlarıyla oluşmaya başladı. PKK'nın terkedeceği dağların akibeti bile konuşuluyor. Artık akil insanlar topluluğu da mesailerine başladılar. BDP heyeti kandil ile imralı arasında mekik dokumakla meşgul. Aslında verecekleri tek bir mesaj var: Silahları bırakıp, sınır ötesine çekilin. Yıllardır tecritte ve de gündemden bu kadar uzak kalmış bir insan ile ne kadar konjüktürel paylaşımda bulunulabilir ki. İşte burada kafalar karışıyor.
 
Murat Karayılan bir açıklama yaptı. BDP dolaylı bir iletişim içerisine giriyor neden biz de imralıya gitmeyelim ki. Sayın Yılan, öncelikle çözüm süreci demek; senin elini kolunu sallayarak bu ülkeye şartlı dahi olsa gireceksin demek değildir. Senin bu açıklamanın iki anlamı olabilir; ya Sayın Başbakanımızın G.Doğu ve Doğu'da ne kadar etki sahası oluşturduğunu görerek panikledin, ya da İmralı ile yeni stratejiler ve paylaşımlarda bulunarak, toparlanma sürecinizi yönetme adına manen destek arayışına girdin. Halbuki olay çok basit. Silahını bırak, defol git! İşte bizim için yani gerçek çözümden yana olanlar için basit. Kanla beslenerek, yıllardır saltanat içinde yaşayanlar için basit değil. BDP heyeti de, hatları bu kadar açık ve belli olan süreçte neden kulaklarını tersten tutarlar onu da kavrayabilmiş değilim. Görünen o ki, biz çözüm sürecinin sevincini yaşarken, PKK yapılanmasında terfi etmenin mutluluğunu kutlamaktadır. Bu kutlamanın bedelsiz olmayacağını da düşünüyorum. Her zaman olduğu gibi bu bedeli ödeyenler, gariban ve de Allah'tan başka sığınacak kimseleri olmayan Doğulu vatandaşlarımız olacaktır.
 
Öcalan'ın yıllardır mahkeme savunmalarında söylediği ve de şimdi bildiri diye okunan yazı arasında bir farklılık olmadığını görmek için hukukçu ya da edebiyatçı olmaya gerek yok. Teröristbaşı daha ilk yakalandığında 'Türk-Kürt kardeştir, ben aslında Türkiye'yi de Türkleri de severim' dememiş miydi? Şimdi kendisince havarilerini yanına alıp mesajlar iletiyor. O kadar çetrefilli bir durum yok ortada. Ayrıca, Öcalan ile görüşen heyet -Oslo'da olduğu gibi- Kandil'le de görüşse ya. Kirlenmiş kirleneceği kadar. Emin olun o leke gözükmez o kadar kir arasında. Başbakanımız'ın güzide mefkuresi karşısında bu konuyu da çok irdelemek istemiyorum. Çünkü günümüz koşulları, gerçek te olsa bazı bilgilerin fitne ve fesatta kullanılmasına yol açabilir. Böyle bir yükümlülüğü kaldıramam.   
 
Çözüm sürecinin başlamasından bu yana, uluslararası toplum mühendisleri ortadoğu üzerinde fazlaca mesai yapıyorlar gibi. Yeniden haritalandırma veya mevcut yapılanmalarda kurumsallaşma üzerine halkın nabzına yedire yedire bazı acıları unutturma çabası son sürat devam ediyor. Kısmen faydalıdır ki, halisane çözüm sürecinin işlemesi adına provakasyonları süspanse ediyor. Fakat tamamen her çekilen acıyı unutturarak, güllük gülistanlık hava estirilmesi, uzun vadede vefasız ve Milli değerlerinden kopuk bir nesli de beraberinde getirecektir.
 
Ümit ediyorum ki, hükümetimiz, çözüm sürecinde samimiyetsiz idarecileri kıvrak bir zeka ile safdışı bırakarak, bu süreçte alt kitlelere ulaşsın ve onların entegrasyonu ile konu kapansın. O zaman denilebilir ki, Öcalan ve Havarileri başbaşa -şu anda da yabancı olmadıkları gibi- bol bol senaryolarla uğraşıp, film yaparlar. Aman dikkat!.. Ortaya çıkacak bu film ancak, yapımcıları olan bazı komşu(!) ülkelerde gösterime girer.        

11 Nisan 2013 Perşembe

Çözüm Harbi mi, 'Harp'li mi?

Sayın Başbakanımızın ilmek ilmek dokuyarak emek verdiği çözüm sürecini Anadolumuzun güzel insanı ve küresel güçler takdirle ve gönülden izliyor. Hemen her kesim yek pare bir gönül olarak bu işe destek veriyorlar. Ancak, kaygılar sona ermiş değil. Zirâ, yıllarını kan ile beslenerek kendisini dinamize eden ve bu kayıp yıllarında sosyal gerçekliklerden uzak, rehabiliteye muhtaç şekilde yaşamlarını sürdüren terör örgütü mensuplarının, bu süreci nasıl sineye çekecekleri de meçhul. Bu hemen aleni anlaşılabilecek bir durum da değil.

Hani askerden evinize izne geldiğinizde, ailenizi görmenin huzuruyla şok hali yaşar da, kısa bir boşluk içinizde hasıl olur. İşte o etkinin kat be kat fazlası ama vuslatın sona ermesinden kaynaklı değil, kendisini pasif hissetmenin vereceği hazımsızlıkla ortaya çıkabilecek bir boşluktan dolayıdır ki, mutlaka yıllardır elinde silahla birlikte 'gücü' barındırdığı hissiyatına kapılan PKK mensuplarında ortaya çıkacağı kaçınılmaz gibi görünüyor. Keşke Barzani bu insanlara ev, iş vaadinde bulunmadan, öncelikle 3-5 ay sizi rehabilite edeceğiz deseydi. Ancak, durum bu kadar basit te değil. Asıl kurtlarla dans şimdi başlıyor. Çünkü Aysel Tuğluk'un PKK'nın önümüzdeki süreçte yer alacağı konumla ilgili sözleri aslında endişelerin yersiz olmadığının da habercisi. Diyor ki kısaca; artık dağda çopulcu değil, kurumsalız biz!.. Ve bizim iyi niyetimizle ele aldığımız çözüm sürecini sabote edercesine, kendi zaferleri gibi görüp, bundan böyle her an isteklerimizin savunucusuyuz demeye getiriyor. Eminim Sayın Başbakanımız metanetle bu durumu izliyor ve kurmaylarıyla önlemini alıyordur. Ancak karşımızdakilerin yıllardır sinsi planlarına açıktan oynamanın ne kadar doğru olduğunu da sorgulamak gereklidir. Hiçkimse bizim de B planımız var diye düşünmesin. Sayın Başbakanımız'ın yakınındaki herkes bilgi konusunda ketum değil maalesef. Eğer öyle olsaydı, Oslo görüşmeleri, İmralı stratejisi, hükümetin açıklamalarından evvel medyaya yansımış olmazdı.

Şimdi karşımızda silahını bırakıp, ülkeyi terketmiş bir PKK olacak ama bu silahını size çevirmeyecek anlamına gelmiyor. Göstermelik bir kaç keleş, el bombası gibi mühimmatçıkları feda edebilirler. Ama bunları yıllarca finanse eden fitne küresel aktörler, yıllarca emek verdikleri bir hareketin herşeyi bırakmasına da müsaade etmeyeceklerdir. PKK'nın komuta kademesi mevcut saltanatlarını neye karşı bırakacaklar? Acaba Öcalan umurlarında mı? Bundan böyle kaçakçılık ve uyuşturucu trafiği kime emanet olacak. T.C.'ye mi devredecekler? Ayrıca BDP seçim zamanı nasıl oy peşinde koşacak? İşte puzzle parçalarını iyi hesap etmek ve profesyonelce davranıp, dışarıda bu yapılanmanın büyümemesi için de strateji izlemek gereklidir diye düşünüyorum. Unutmayınız İsrail için vadedilen topraklar, aynı zamanda ABD'ye zamanında ajanlık yapan CIA (yahudi) kürtlerin hedefinde olan bölgedir. Bu bölge için Ermenistan ve İran ile müttefik olmaktan da geri durmayacaklardır.   

Sayın Başbakanımızın, şehitlerimizi ve yanan ocakları düşünerek attığı müspet adımları hiçkimsenin suistimal etmesine müsaade edilmemeli ve yurtiçi-yurtdışı önlemler alınmalıdır. Zaten başından beri yapıcı hep bizler olmadık mı? Ne zaman AK Parti ayrımcılığa göz yumdu, hiçbir zaman. O halde BDP ve PKK iyi niyetlerini sadece göstermelik güleryüzle değil, koşulsuzca silahlarını teslim edip, cinayete karışmışları teslim etmek ile samimiyet sınavı vermelidir. İmkansız gibi görünmesin. Bu istek gözü yaşlı analarn olağan hakkından ileri gelmez mi? Hatta orta yolu da bulalım. Bu insanlara kampüs şeklinde yatılı ancak yüksek güvenlikli Rehabilitasyon merkezi kuralım ve hem hapis hayatı yaşasın hem de orada rehabilite olsunlar. Bakarsınız meslek kurslarıyla meslek edinip, 3-5 yılda şartlı tahliye ile topluma kazandırılabilirler. İşte o zaman elimiz yüreğimizde olmaz. Anadolumuzun güzel insanı da geleceğine daha ümitle bakar. PKK mensupları da bu ülkenin parçası haline dönüşürler.  

   

10 Nisan 2013 Çarşamba

Türkiye'nin İstanbul'a Terkedilmesi

Yıllar boyu Atalarımız Anadolumuzun dörtbir yanında at koşturmuş ve Ülkenin her karış toprağını sadece ekonomik getiri değil, Millete güven telkin eden mekan ve de İnsan Kaynağı yetiştirecek yerler olarak algılamışlardır. İşte bu algı dünyayı titreten güce sahip bir Devlet-i Aliye-i Osmaniye'ye gebe kalmıştır. Ne zaman ki, ihtişam ve kişisel muhasebenin yapılmaması öne çıkmış ise o zaman duraklamalar başlamıştır. Her dünya nimetinin sonu olacağı muhakkaktır ancak önemli olan nesillere bırakılabilecek değerli bir mirasın mimarları olmanın gerekliliğidir.

İşte bu bağlamda baktığımız zaman, bir ülkenin birkaç ilden müteşekkil olmadığını da görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Büyük projeler sadece büyük illerimiz için değil, stratejik öneme haiz bölgelerimize de düşünülmeli ve bölgeler ihtisaslaştırılmalıdır. Mesela, nasıl ki kış sporlarını Palandöken veya Erciyes dağlarında rahatlıkla yapabiliyorsanız, oradaki Üniversitelerin bu konularda ilgili çalışmalar yapmasını ve bu çalışmaları Eğitim olarak sunmasını da yönlendirmelisiniz. Veya Uranyum ve Bor'un yoğun olduğu yerlere bu konularda çalışma yapan teknokent üsleri kurmalısınız. Veya İstanbul, Ankara, İzmir gibi illerimize göç yoluyla yüklenilmesinin önüne geçmek için, Adana-Mersin, Malatya-Elazığ ve Trabzon-Rize illerini birleştirerek neden serbest bölge haline dönüştürmeyelim ki? Bunların her biri üzerinde düşünülmesi gereken konulardır. Buna benzer bir çok konuya da odaklanılabilir. Kısacası ülkemizin her köşesine Büyük Proje vardır. Bundan birkaç yıl önce bir arkadaşım Sayın Başbakanımızı rüyasında görüyor. Tam da Sayın Başbakanımızın Büyük Projeyi açıklayacağı zamanlar bana anlattı. 'Çok etkisinde kaldım heralde...' diye de ekledi. 'Sayın Başbakanımız Toroslardan Çukurova'ya doğru devasa tüneller açtırmış, Adana'nın yaz sıcağını kısmen dağıtmaya çalışacakmış. Tünellerin içinde devasa pervaneler var ve şalterin başına beni oturtmuş' diye de tam tarifini yaptı. Bu rüyaya eminim hafif bir tebessüm göstermişsinizdir. Bu rüyanın iki yönü var aslında; birincisi demek ki arkadaşım açıklanacak projeyi kendi bölgesi için tahayyül etmiş ve beklentisi bu yönde gelişmiş. İkincisi ise, hayal gücümüzü zorlasa da, her yere yapılabilecek büyük projelerin olduğu gerçekliğidir.

İstanbul'a yapılacak büyük projeye karşıymışım gibi bir algı oluşmasın lütfen. Ancak İstanbul'daki 13 milyon insana karşın 60 milyon insanın da Büyük Proje olarak beklenti içerisine girdiğini söylemeden geçemeyeceğim. İnanıyorum ki, Sayın Başbakanımız, kardeşlik projesini hayata geçirerek te Tüm Türkiye'ye büyük bir proje armağan etmiş olacaktır. Bunu İstanbul projesinin çok ama çok ötesinde görmek te gereklidir. Üstelik bu kardeşlik projesinin hayata geçmesiyle zannediyorum her bölgenin gelişimi de kat kat artacaktır. Ülkemizin devler ligindeki yeri de sağlamlaşmış olacaktır.    

 

17 Ocak 2013 Perşembe

Rusya Suikasti ve İsrail-İran Ortadoğu İttifakı

Geçen hafta Paris'te öldürülen 3 PKK'lının failleri konusunda, Bağımsız Milletvekili Ahmet TÜRK'ün açıklamalarını dikkatle dinledim. Konuşmasının her anında İran'dan başka bir ülkenin bu işi yapmayacağını vurguladı. Bunu daha önceki yazımda "çok bilenler ölüme yakın olanlardır" ifadelerimle belirtmiştim. Dün Rusya'da öldürülen Ermeni asıllı Kürt Mafya Babası Aslan Usoyan'ın öldürülmesi bu fikrimi desteklemektedir diye düşünüyorum. 

Aslan Usoyan'ın hem bir Mafya Babası hem de Rusya üzerinden PKK'ya gönderilen silahların tedarikçisi olduğu bilinmektedir. Yıllardır PKK'ya silah temin etmiş bir kişinin 75'ine geldikten sonra elinde bulundurduğu en büyük sermayesi BİLGİ olacaktır. İşte bu bilgi, yıllardır Rusya ve İran'ın tarihsel hasedinin günümüze nasıl yansıdığının resmi belgesi olacak nitelikte olduğundan şüphem yok. Ancak PKK, KCK yapılanmasında ki suikastlerde sahne sona ermiş değildir. Bunu saf bir şekilde iç hesaplaşma (Urfa - Tunceli çekişmesi) şeklinde görmek sığ düşünmekten başka birşey olmayacaktır. Resmin bütününe bakılmalıdır. Hatta olay sadece Rusya- İran odaklı da değildir. Ancak onlar kime neye hizmet ettiklerini iyi bildiklerinden direkt sorumlu tutulabilecek konumdaki ülkeler olduklarında şüphem yok.

Yıllardır sürtüşme içerisinde görüntü verip, birbirlerine tek kurşun bile sıkmayan İran-İsrail kardeşliği bu düğümün çözülmesinde bizlere yardımcı olacaktır. Tabii perde arkasında rol alan ABD-Rusya ve AB Ülkeleri de hiçbir zaman Türkiye'nin yeniden dirilişine sıcak bakmadılar bakmazlar da. Ancak İran'da ciddi bir Yahudi yerleşimcinin ve de halen İsrail ile bağlantılı tüccarın olduğunu o bölgede çalışma yapmış bir arkadaşımdan öğrenmiştim. Daha sonra belgelere dayalı bilgide önemli bir başvuru kaynağı olan Vikipedi'de, Ortadoğu'da İsrail'den sonra en fazla Yahudi nüfusu barındıran ülkenin İran olduğunu okudum. İsrailli bir ülkede olur da o ülkenin etkili topluluğu olmaz mı? Bu şu anki konjüktürde mümkün değildir. İşte İran Şialığı maalesef İslami duygu ve düşünceden çok uzak bir şekilde seyir ederek, Yahudi ile ittifakı, Sünni düşünce yapısını yıkma adına mübah görmektedir. Benden söylemesi. Atalarımızın, şanlı ceddimizin gözünden tehlikleri görmek çok mühim bir vazifedir.

Hükümetimizin sağduyulu ve de diyaloğa dair çabaları birçok oyunun bozulmasına vesile olmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki, bu oyunun başrol oyuncuları, arada kullandıkları figüranları ortadan kaldırarak, deşifre olmadan başka başka oyunları planlamaya yönelmeleri kaçınılmazdır. O halde II. Abdülhamit Han misali ya onların üzerinde bizler oyun tertiplemeli ya da onların attıkları her adımı bilecek kadar güçlü bir İstihbarat oluşturmalıyız. Bu istihbarat masa başından kurtulup, sahada daha çok dolaşmalıdır diye düşünüyorum.

Zaman hızla akıp geçerken bir yerden okuduğum ancak zayıf bir rivayet ile tevatür olunan, Peygamberimiz'in (SAS); "Bir mü'min uyurken bir gözü de mekke sokaklarındadır" hadis-i şerifini dikkate almamız elzemdir. Ortadoğu'nun kaynadığı, dostun düşmanın bulanıklaştığı şu an için diyebilirim ki tek ülke Türkiye'dir. Dualarla geldiğimiz bu güzel günleri yine dualarla Allah daim kılsın inşaallah. Çünkü Osmanlı'nın da yıllardır içinde bulunduğu siyasi atmosfer şu ankinden farksız değildi. Dolayısıyla, büyük ülke olmak büyük siyasi problemlerle uğraşmayı da beraberinde getirmektedir vesselam...    

       




10 Ocak 2013 Perşembe

Kalkınma ve Demokrasi Arasındaki İlliyet

Kalkınmanın temel şartları her ne kadar ekonomik gelişmişliğe endekslense de ve akıllardaki ilk intibanın "parasal" boyutu şeklinde yansıması gerçekleşse de, Kalkınma'da temel dinamizm; İnsan Kaynağı ve insana yapılan yatırımdan geçer. Ekonomistler mürekkep yaladığımız iktisat derslerinden hatırlayacaktır ki; Maslow'un gereksinimler hiyerarşisinde sırasıyla, Fizyolojik, Güvenlik, Sevme-Sevilme, Saygınlık ve Kendini Gerçekleştirme gereksinimleri insan ve de insanlardan müteşekkil topluluklarda kaçınılmaz beklentiler olarak karşımıza çıkar. Bunların sıralaması veya doğruluğu tartışılabilir. Ancak düşünüldüğünde ortalama seyirde Maslow'un haklılığı -halen müfredatlarda yer almasından olacak ki- gün gibi aşikardır. İnsan Kaynağına bireysel nüfuz edilemediği durumlarda, toplum ve toplumun beklentileri, hassasiyetleri iyi irdelenmeli, buna göre stratejiler üretilmelidir. Bu ülkesini ve milletini seven her iradenin borcudur aslında. Bu iradenin başında da Devlet, Siyaset ve bu iki kurumun destekleyicisi Bürokratik Erkler gelmektedir. Aslında sorulacak soru şu mu olmalıdır, Amaç üzüm mü yemek, bağcıyı mı dövmek?

Ülkemizde faal bir şekilde ilerlemeye devam eden Bölgesel Kalkınma Ajansları, Tarımsal Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu, KOSGEB ve birçok kurum, verdikleri veya vesile oldukları hibe programları ile ülkemizde üretim kaynaklarını dinamize etmeye başlamışlardır. Ancak bu insan kaynağı odaklı mı yoksa makina teçhizat odaklı mı diye eleştirel bir bakış açısına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Zirâ, yurtdışından getirilecek olan yatırımcı ve yatırımların hiper, süper, turbo marketlerle yansıması ve en küçük kriz ortamında -arkalarında hiçbirşey bırakmadan- tabir-i caiz ise ceketlerini alıp çıkmaları ne kadar yatırımdan uzak ise, Kalkınmayı sadece üretim araç-gereçleri ve de hibe programlarından müteşekkil görmek o kadar Kalkınma anlayışından uzaktır. Ve de bu uzun vadede tuzak hükmündedir. Üretici zihniyetler daima hür, özgür düşünebilen ve de düşündüğünü tereddüt etmeden paylaşabilen ve bu paylaşımın neticesinde yadırganmayan toplumlardan ortaya çıkar. Kısacası anlatmak istediğim, ülkesi ve milletine hizmet amaçlı düşünebilecek, kapasitesini ortaya koyarak, yaşamı boyunca üretime dönük performansını sergileyecek insanların yapılandırılması gerçeğidir. 

Bu yapılandırma da ne bir zümrenin ne de birkaç şahsiyetin altından kalkabileceği bir işlem değildir. O halde toplumlara yön verebilen bazı donelerin, insanlara kazanımları esas alınarak, değiştirilmeleri gerekliliği ortaya çıkacaktır. Bunların başında Demokratik Anayasa, statükoculuğun azaltılmasına yönelik çalışmalar gelecektir. Eğer üretken bir nesil ve de yaşam enerjisi ile dolu güvenli bir gelecek arzuluyorsak müspet değişimler kaçınılmazdır. Bu değişimler için ise zaman çok önemlidir. Türkiye'nin son 10 yılında elde ettiği kazanımların hem korunabilmesi hem de sürdürülebilirliği için değişimler elzemdir. Bir ülkenin kalkınmasında somut etmenler mi yoksa soyut etmenler mi egemen derseniz, şüphesiz dengeden bahsedilecektir. Ancak karamsar olmamakla birlikte somut adımların, insan kaynağına yönelik (yani soyut) adımların önünde durarak terazinin bir kefesini hafif aşağıya çektiğini gözlemliyorum. İnsan Kaynağına yatırım o kadar önemlidir ki, seçilmiş olan her Milletvekili bir Başbakan olabilir kıvamı yakalanana kadar önü açıktır.   

Anayasal değişikliğinin yanı sıra, yukarıda saydığımız güzide kurumların her biri, bulundukları yerlerde İnsan Kaynağını harekete geçirecek altyapı ve donanıma da sahiplerdir. Yeter ki, misyonları ve vizyonları gözden geçirilsin ve bu kurumların altyapılarının daha da güçlendirilmesine yönelik çalışmalara hız verilsin. Hani derler ya "gençlerin önünü kapamayın" işte bu varsayım ile hayallerimizi daha fazla ötelemeden gerçekleştirme adına atılacak her adımı ayakta alkışlayalım.           


  

Fransa'da Öldürülen Olağan Şüpheliler!..

Çok gariptir ki, az önce haber sitelerine düşen bir son dakika nüansı dikkatimi çekti. Haberin içeriği, birisi PKK'nın kurucularından olmak üzere 3 kişinin öldürülmüş olarak bulunduğu şeklindeydi. Haber doğru ancak zamanlama da bir hayli dikkat çekici. Zirâ, PKK'nın gerek askeri operasyonlarla gerekse hükümetin siyasi alanda başarılarıyla erime noktasına gelmesi, hem uluslararası hem de onların ülkemizdeki uzantıları açısından rahatsızlık verici duruma ulaşmış olamaz mı? Onlar da kendilerince delil temizliği yapıyorlardır düşüncesi bende hasıl oldu açıkcası.

Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeler müspet neticelenir, BDP, KCK ve PKK tüm kadro ve yapılanmalarıyla mevcut istek ve iddialarından vazgeçip, hareket ve misyonlarını meşru zeminlere taşımaya başlarlarsa, elbette ki bunların içerisinde 20-30 sene yoldaş olmuş, birikimlerini paylaşmak isteyecek ve de derin yapıları bilerek ya da bilmeyerek ifşa edecek kişiler çıkacaktır. İşte bu nokta da ben bir vatandaş olarak derim ki, önümüzdeki zaman diliminde, terör örgütünün üst düzeylerinde temizlik harekatı başlayacaktır. Çok bilenler ölüme en yakın olanlar olacaktır. Terör örgütünün meşru hak ve taleplerinin olmadığı, aslında yurtdışında batılı devletlerin (bunlara doğuda sadece İran'ı ekleyebilirim) ve yurtiçinde Ergenekon'un beslediği bir avuç tetikçi olduğu da ispat edilmiş olunacaktır. Dolayısıyla Sayın Başbakanımız ve onun beyin takımının, bu derin ve de muhalefet partilerinin bir 50 sene daha idrak edemeyeceği harekatta başarılı oldukları da gün gibi aşikardır.

Bundan böyle yapılması gerekenlerler daha da önemlidir. Birincisi, güvenlik güçlerinin operasyonları hız kesmemelidir. Çünkü örgüt kendi içinde her yıl olduğu gibi bu karanlık güçlere "yeniden toparlandım" mesajı vermemelidir. İkincisi, Doğu ve Güneydoğu'ya Bakanlar çıkarma yaparak, halkla bütünleşmeli ve özellikle Toplum destekli polisler sahada daha çok yer alarak halka devletin koruyuculuğunu anlatmalıdır. Üçüncüsü ise, Avrupa ve ABD'de STK'lar ve Dışişleri aracılığı ile bilgilendirme ve ciddi lobi faaliyetleri yürütülerek sürece dahil olmaları sağlanmalıdır.

Şu an devam eden müzakerelerde sonuca çok yaklaşıldığını düşünüyorum ancak çözülme bu girişimlerin bir sonucu değil, kendi içlerindeki temizlik operasyonlarının sonucu olarak ortaya çıkacaktır. Meşru olmayan yapıların tarihteki rolleri bu seyirde gitmiştir. Bu örgütlerin sadece siyasi ve kemirgen birer kukla olmadığını ve ciddi bir rant, gelir kapısı olduğunu da unutmadan hareket etmekte de fayda vardır. Ümit ediyorum ki, kısa zamanda Ergenekon davası hükme bağlanarak, uzantılar daha hızlı deşifre olur ve yurtdışı terör destekçileri de boylarının ölçüsünü alırlar.

Son bir nokta; Dış ilişkilerde savunma pozisyonundan ziyade, ülkelerin zaaflarını açığa vurarak, güzide ülkemizle uğraşmaya vakit bulamamalarına dair stratejiler üretmek de şanlı ceddimiz Devlet-i Aliye-i Osmaniye'nin yolundan gitmek olacaktır. Ancak bu yolu takip ederken sadece Avrupa'nın değil, doğumuzda yer alan ve zaman zaman terörü beslemekten hiç çekinmeyen bir şia tehlikesinin de yeterince farkında mıyız acaba!..